13 Ekim 2013 Pazar

İnanç sistemlerinde kurban

İnanç sistemlerinde kurban

İnanç sistemlerinde kurban
“Günahtan kurtulduğuna inanmak mutluluk veriyorsa, bunun için gerekli olan insanın günahkâr olması değildir. Kendini günahkâr hissetmesidir." Friedrich Nietzsche
Kurban, bütün dinlerde, inanç sistemlerinde var olmuştur. Kurban sunma, Hazreti Âdem’in oğulları Habil ile Kabil dönemine kadar uzanır. Kabil toprağın mahsulünden, Habil de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından Rablerine birer takdim arz etmişlerdir. Habil ve Kabille başlayan kurban ibadetine sonraki dönemlerde de rastlamak mümkündür. İnsanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılan Tufan hadisesinden sonra Nuh Peygamber"in de kurban sunduğu bilinmektedir. Kurbanın kesilmesi geleneği Hz. Nuh ile başlamış ve tarih boyunca da devam etmiştir.”
“Tanrı’ya kurban sunulduğu gibi, kötü güçleri defetme, ataların ruhlarını huzura erdirme ya da bereket ve bolluğun sağlanması için kurban sunulduğu da karşımıza çıkmaktadır. Bazen hayvan bazen de pirinç, buğday gibi tahıl türü kurbanlar Tanrı’ya sunulmuştur.” Tarihin her döneminde insanlar, doğanın gücü karşısında çaresiz kalmışlar, kendilerini koruma içgüdüsü içinde, inandıkları tanrısal varlıklara kurban adamışlar, kesmişlerdir. Her inancın, kültürün kendine göre kurban töreleri vardır. Birçok inanç ve kültürde değişik hayvanları, hatta insanları kurban etmişlerdir. Günümüzde bile bir olay, bir sıkıntı olduğu zaman, “Şu sıkıntıdan kurtulursam kurban keseceğim, kurban adayacağım” gibi adaklarda bulunulmaktadır. Kurban, insanın Tanrıya yakınlık elde etmek için adadığı candır. Bazı dinlerde kurbanla birlikte Tanrılara sunulan hediyeler de kurban kapsamına girmektedir.
İnsanoğlu, sıkıntılarından kurtulmak isteği olduğu kadar, şükür etmek için, bereket getirilmesi, fırtınalardan, sel gibi afetlerden kurtulmak için, kendinden güçlü olan varlıklara, tanrılara, kurban kesmişlerdir.
“Kurban olayı çok önceki çağlara uzanır. Çok eski doğa dinlerinde Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, geleneği vardır. Ancak insanlık tarihinde en fazla şöhret bulan kurban olayı Hz İbrahim’in oğlu İsmail’i kesmeye teşebbüs olayıdır. Çocukların kurban edilişi eski Sami dünyasından gelen bir şükran geleneğidir. İnsanlık tarihine bakıldığında insanoğlunun çözemediği, karşısında çaresiz kaldığı güçleri Tanrılaştırdığı görülür. Kurban keserek Tanrıların yanında yer almak, Tanrılar adına tapınaklar inşa etmek mitolojik kültürlerde yer alır.”
“İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca gibi Latince kökenli dillerde genellikle"Sacrifice" terimi ile karşılanan kurban, kutsal anlamına gelen "sacer" ile yapmak anlamına gelen "facere" kelimelerinin bir araya getirilmesinden meydana gelen Latince "Sacrificium"den gelir. Bu kelime objeleri bir tanrıya veya diğer tabiatüstü varlıklara takdim etmek suretiyle onları tanrının mülkü haline getirmek ve böylece kutsal yapmak fiiline delalet eder.”
“Kurban sunan kişi bu şekilde tabiatüstü güçle ilişkiye gir­meyi veya daha önce girmiş olduğu ilişki­yi sürdürmeyi amaçlar. Öte yandan bazı toplumlarda kurban olarak takdim edilen nesnelerin yok edilmesi işlemi esas kabul edilmiş, buna göre kurban, "objelerin bir tanrıya veya herhangi bir tabiatüstü gü­ce takdim edildiği bir kült faaliyeti" ola­rak tanımlanmıştır.  Kurban vasıtasıyla tanrıların, tan­rılar sayesinde de insan ve tabiatın yaşadığına inanılır.”
Yönelmiş olduğu amaçlara göre kurban dört grupta toplanır:  
1.İstenilen şeyi elde etmek için sunulanlar.
2.Elde edilen şeye teşekkür olarak sunulanlar.
3.Bir günahı ya da bir kusuru bağışlatmak için sunulanlar.
4.İlk ürün veya ilk avdan, ilaha/tanrıya bir hak olarak sunulanlar.
“Kurbanın amacının, insan ve tanrılar arasında bir hısımlık bağı kurmak olduğu ve bunun, yenilen kurbanın etinde birbirine karıştırılarak gerçekleştirildiği bildirilmektedir. Kimi araştırmacılar da kurbanın, tanrıların beslenmesi gerektiği inancından doğmuş olduğunu ileri sürmüşlerdir. İlk uygar topluluklarda toprağın verimliliğini arttırmak için ona içki dökülür, un serpilir ve genellikle hayvan ve bazen de insan kurban edilirmiş. Kurban geleneğinin altında yatanın da, ölüp yeniden dirilme düşüncesi olabileceği savunulmuştur.”
Bazı uygarlıklarda durum şu şekildedir:
Mısır: “Arkeolojik bulgular, eski Mısır'da rahiplerin idaresinde ayin haline getirilmiş kurban kültünün bulunduğu­nu göstermektedir. Özellikle Nil nehrine insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra hayvanlar da kurban edilir. Kurban edilen hayvanlar arasında ilkel kabile dinlerinde olduğu gibi totemler bulunur. Bu bağlamda tanrı Osiris adına düzenlenen kurban törenlerinde, kutsal bir boğa kurban edilip on dört parçaya bölünür ve töreni izleyen insanlarca eti tüketilir. Kutsal bir boğa ya da öküz seklinde betimlenen Osiris’in dirilişini sembolize etmek için yenilen boğanın yerine başka bir kutsal boğa konulur. Ayrıca Eski Mısır’da kurbanın, tanrıları doyurmaya yaradığı düşünülmüş ve öyle anlaşılmıştır. En büyük tanrı İsis için de önce dua edilir; sonra onun adına bir inek kurban edilir. Önceden muayene edilip kurban olarak işaretlenmiş hayvanlar, kesilmek üzere tapınağa getirilince odun yığını ateşlenir. Sonra bu ateşe şarap dökülür ve tanrının adı çağrılarak kurban edilecek hayvan kesilir. Kurban tapınakta yakılırken orada bulunanlar feryat ederek üzüntülerini dile getirirler. Bir süre sonra da bu insanlar, kurban edilen hayvandan arta kalan etleri tüketirler. Eski Mısır’da kurban edilen kuzu ve oğlağın kanı, çevreye sürülür. Sürülen bu kan, tanrının hakkı sayılır. Ayrıca yılda iki kez tanrılara domuz kurban edilir ve ancak bu günlerde domuz eti yenir. Bunun dışında kalan diğer günlerde ise domuz eti yenmez.”
İran: “Eski İranlılar tanrılara kur­banlar, çeşitli bitkiler ve haoma içkisi sunmuşlardır. Zerdüşt hayvan kurbanını ya­saklayarak Ahura Mazda'ya adak ve şü­kürler kurbanını telkin ettiyse de ölümün­den sonra canlı kurban âdetine geri dö­nülmüştür. İranlılar adak ve şükranlarını Hürmüz'e, diğer takdimelerini de kötülü­ğü engellemesi için Ehrimen'e arzederlerdi.”
“Zerdüstlük’ün kutsal kitabı Zend-Avesta’da fiber (su aygırı) denilen bir hayvanın kurban edildiği bildirilmektedir. Yine bu kutsal kitaba göre yalvarış, ibadet ve kurban af dilemeye yarar. Zend-Avesta’da dikkati çeken bir diğer konu, tanrılara sunulacak olan kurbanların dağlarda, ırmak ve göl kenarlarında 100 at, 1000 sığır ve 10.000 koyun şeklinde sunulmasının istenmesidir. Dini açıdan kan dökücü hayvanların etlerinin tüketilmesi yasaktır. Zerdüst’ten önce “deva” denilen ve kötülüklerin tanrısı Ehrimen’in yardımcısı olan şeytanlara, onları yatıştırmak üzere kurbanlar kesilirdi. İran’daki Mitra inancında bütün canlı varlıkların kurban edilmiş bir boğanın kanından doğduğuna inanıldığından, bu inancın ritüellerinde boğaların kurban edildiği bildirilmiştir.” 
İsrail: “Ünlü dinler tarihçisi Mircea Eliade’ye göre bu olay eski doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbranilerin Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka bir şey değildir. İlk çocuk, çoğunlukla bir Tanrı'nın çocuğu olarak görülür, ilk çocuğun kurban edilmesi, Tanrı'ya ait olanın geri verilmesi demektir.”
Yahudilikte bazı hayvanların veya yiye­ceklerin Tanrı'ya bağlılığın bir işareti ola­rak ve O'nun lütfünü kazanmak, affını sağlamak niyetiyle bir mezbah üzerinde tamamen ya da kısmen yok edilmesin­den ibaret olan kurban ibadetinin tarihi, Hz. İbrahim'e kadar götürülmektedir. Onun döneminde sığır, davar, kumru, gü­vercin gibi hayvanlar Tanrı'ya sunulurdu. İshak ve oğlu Yâ'küb tarafından da devam ettirilen kurban geleneği İsrâiloğullarınca bazı dönemlerdeki farklı uygulamalarla birlikte Kudüs'teki mabe­din 70 yılında Romalılar tarafından yıkılışına kadar sürdürülmüştür.”
“Yahudilikte kurban ilk dönemlerden itibaren, ikinci Mabed’in yıkılışına kadar, İbrani dininin ve Yahve’ye ibadetin en önemli unsuru idi. Her ne kadar eski Ahid kurbanın herhangi bir tanımını vermemişse de Yahudilikte kurban, bir takdim fiili olarak tanımlanmıştır. Buna göre Yahudilikte birincisine kurban, ikincisine de takdim adı verilen iki farklı kurban uygulaması ile karşılaşılıyor. Hz. İbrahim"le başlayan kurban geleneği İshak ve oğlu Yakup tarafından da devam ettirilmiş. Yahudilikte Tanrı"ya saygı göstermek ve verdiği nimete şükür anlayışı yaygındır. Burada hayvanın kanını akıtmak önemli idi. Cansız kurban ise Tanrı adına yere su ve şarap dökme şeklinde gerçekleştirilir.”
Babil ve Asur: “Kurban sunumu düzenli ayin ve törenlerle yapılır. Babil’de haftanın yedinci günü olan cumartesi uğursuz sayılır ve bu uğursuzluktan kaçınmak için adaklar adanıp kurbanlar kesilir. Asurlularda ise kurbanlık hayvanı kesip tanrılara sunmak gereklidir yoksa tanrılar insanın kendisini yiyeceklerdir. Asurlularda kesilen oğlak ya da kuzu gibi yavru hayvanların, insanların bütün günahlarını temizleyeceğine inanılır.”
Sümer: “Sümerlerin yaşadığı eski Mezopotamya'da da rahiplerin eşli­ğinde zorunlu kurbanlarla iştirak edilen oldukça gelişmiş bayram takvimleri bulunurdu. Milâttan önce ilk bin yıla kadar tarihlendirilen kitabelere göre Güney Ara­bistan'ın yüksek kültürlerinde rahiplerce yönetilen, güneş, ay ve Venüs gibi yıl­dızlarla büyük tanrılara sunulan kurban ayinleri vardı. Sümerlerde de kurban törenlerine büyük önem verilirdi. Kurban törenleri, görkemli ve süslü tapınaklarda gerçekleştirilirdi. Sümerler kurban edilecek hayvanın türüne, cinsine ve rengine önem vermezlerdi. Onlar için mühim olan kanın akıtılmasıydı. Sümer ülkesinde kurbanlar, tanrıların besini olarak değerlendirilirdi.”
Bazı araştırmacılar kurbanın kökenini totemik kültte (tapınımda) bulurlar. Bazı yayınlarda da olayın psikolojik temelleri üzerinde durulup, insandaki saldırganlık içgüdüsünün en önemli tatmin araçlarından biri olarak kurban kavramı savunulmakta ve bu içgüdünün en fazla göz aracılığıyla tatmin olacağı, bunu daha sonra dokunma ve işitme duygularının izleyeceği bildirilmektedir.
"Zaman içerisinde “insan kurban” terk edilir ve insanın yerine çiftlik hayvanlarının kurban olarak sunulması gündeme gelir. Hayvanlar genellikle ritüel bir biçimde kesilerek kurban edilirler. Ürün alma sırasında düzenlenen şölenlerde çok sayıda sığır ve domuz kurban etmek, tanrıları ve ataları hoşnut etmenin yanı sıra, şölen sahibinin öte dünyada iyi bir yeri olmasını da sağlar."
Tarih öncesi dönemde başladığı düşünülen kurban geleneğinin, günümüzde de etkilerini sürdüren bir ritüel olduğu görülmektedir. Eskiçağ uygarlıklarına genel olarak bakıldığında kurbana yönelik olarak gerçekleştirilen ritüellerin birçok toplumda ortak noktalar taşıdığı izlenimi edinilmiştir. Gerek uygulamalar gerekse seçilen kurbanlık hayvanlar ve gerçekleştirilen ritüeller göz önüne alındığında; tek tanrıcı dinlerdeki kurban geleneğinin, eskiçağ uygarlıklarındaki kurban geleneğinden köken aldığı, bir yerde bunun bir devamı olduğu ve bu motiflerden son derece etkilendiği sonucuna varılmıştır.
“Yanmayı göze almayan Hz. İbrahim olamaz.”

Kurban ne demektir, hükmü nedir?

Kurban ne demektir, hükmü nedir?
Sözlükte yaklaşmak, Allâh’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim
olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, kurban bayramı günlerinde usulüne
uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.
Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle
kurbanını keser. Böylece hem maddi durumu yetersiz olup kurban kesemeyenlere yardımda
bulunmuş, hemde Cenab-ı Hakka yaklaşmış olur.
Kurban ibadeti, İslam toplumlarının şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri yerine
getirilmektedir. Kurban, bir Müslüman’ın gerektiğinde bütün varlığını Allah yolunda feda etmeye
hazır olduğunun bir nişanesidir.
Kurban Hanefi mezhebine göre vacip, diğer mezheplere göre ise sünnet-i müekkededir. Dini
kaynaklarda Peygamber efendimizin kurbanını daima kestiği ifade edilmektedir.
Kurbanın dinî dayanağı nedir?
Genel anlamda kurbanın bir ibadet olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet yer almaktadır.
Hz.İbrahim’in oğlu Hz.İsmail’in yerine, Allâh tarafından bir kurbanın verildiği açıkça
bildirilmektedir. (Saffat 37/107)
Ayrıca aşağıdaki ayetler de genel anlamda kurban ibadeti ile ilgilidir:
- “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye
kurban kesmeyi meşru kıldık…” (Hacc 22/34)
- “... kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allâh’ın adını
ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.”(Hacc 22/28)
 “Kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin için Allâh’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için
onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken kurban edeceğinizde üzerlerine Allah'ın
adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yeyin, istemeyen fakire de
istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.”
“Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Allah'a ulaşacak olan ancak, sizin takvanız (O’nun
için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadet) dir.” (Hac 22/36;37)
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin ibadet amaçlı birer uygulama olduğu açıktır. Bu amaçla
kesilen hayvanların, et ve kanlarının Allah’a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlâs ve takva
olduğunun vurgulanması kurban kesmenin ibadet olduğunun açık göstergesidir.
Kurban kesmenin amacı nedir?
Kurban ibadetinin asıl amacı Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na yakınlaşmayı arzu etmektir.
Kurban kesen, bu ibadetiyle Allah’a yaklaşmış ve O’nun hoşnutluğunu kazanmış olur. Kurban, aynı
zamanda bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma örneğidir. Kesilen kurbanlardan maddi olarak
daha çok yoksullar yararlanır. Görüldüğü gibi bu ibadetin ruhunda Hakka yakınlık ve halka
fedakârlıkta bulunma anlayışı vardır. Kurban; -fıkhi hükmü ne olursa olsun- Müslüman toplumların
simgesi ve şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri dini hayatımızda önemli bir yer
tutmaktadır. Kurban, bir Müslüman’ın bütün varlığını gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye
hazır olduğunun sembolik bir ifadesidir.

Kurban Tartışmalarının Amacı Nedir?


Kurban Tartışmalarının Amacı Nedir?
11 Mart 2013 / 12:02
Kurban Tartışmalarının Amacı Nedir?

Kurban Tartışmalarının Amacı Nedir?
Hacc suresinin 34 ve 37. ayetlerini dikkate alarak kurbanın hükmü ve kurban tartışmalarının amacı nedir?
Bu dinin Peygamberi haccın dışında hiç kurban kesmemiş midir ki olay bu kadar kargaşaya getiriliyor?
 Kurban, kelime anlamı yaklaşmak demek olan “Karibe” fiilinin mastarıdır. Bu ifade İslam ıstılahında Allah'a yaklaşmak maksadıyla boğazlanan hayvanlara verilmiş bir isimdir. Daha özel ifadesiyle, Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren bayramın ilk üç gününde Kurban kesmeye durumu elverişli, mukim müslümanların Allah'ın rızasını umarak deve, sığır ve davar cinsinden kestiği hayvanlara kurban ismi verilmiştir. Bu günlere de Kurban Bayramı günleri denilmiştir.                   
Kurbanın tarihçesinin insanlık kadar eskiye dayandığını görüyoruz.           
“Ey Muhammed! (onlara Adem’in iki oğlunun durumunu anlat. İkisi birer kurban (İz garreba gurbanen) sunmuşlardı. Birinin ki kabul edilmiş diğerinin ki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen)’Andolsun seni öldüreceğim’ demiş, (kardeşi de) ‘Allah yalnız kendisine saygılı olanlarınkini kabul eder’ cevabını vermişti.”(5/27)
Hak-batıl bütün inanç sistemlerinde yüceliğine inanılan varlığa kurban kesme olayı tarih boyunca hep devam edegelmiştir. İnsanlar inandıkları varlığın sevgisini kazanmak veya gazabından korunmak için onun adına kurbanlar sunmuşlardır. Bu inanış ve davranış biçimi insanlığın yabancı olduğu bir konu olmamakla beraber, Hz. İbrahim (a.s) ile daha bir önem kazanmıştır. Oğlu ile denendikten sonra (37/102-109) “Doğrusu bu açık bir deneme idi. Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.”(37/107-108)                                              
Ayrıca İbrahim (a.s)’dan beri Kabe ve etrafında icra edilen hanif dininde İsmail (a.s)’la devam eden hacc ve kurban olayı Mekke ve çevresinin hep görüp icra ettiği bir olaydı. Ancak zaman içinde hedefler saptırılmış, Allah bilinmesine rağmen kurbanlar putları adına kesilerek kanları Kabe’nin duvarına sürülmeye başlanmıştır. İslam’ın ilk günlerinde gelen Kevser suresinde bu olaya işaret eden bir ifadenin yer aldığını görüyoruz. “(Ey Muhammed!) biz sana Kevser’i verdik, o halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Senin şanın yücedir. Sonu kesik olan sana ebter diyenin kendisidir.”(108/1-3)   
Burada ki kurban kesme olayının Peygamber (a.s)’ın hayatında özellikle Mekke’de nasıl gerçekleştiği konusunda herhangi bir malumat olmamakla beraber, kesilen kurbanların ancak Allah adına kesilmesinin gerektiğini vurgulayan bir ifadeyi görüyoruz.                           
Mekke döneminin sonu, Medine döneminin başlarında geldiği kabul edilen Hacc suresinin özellikle 34 ve 38. ayetlerinde yapılan vurgu kurbanın umumiliğine, infaka, takvaya ve müslümanların Allah tarafından savunulacağınadır.                            
“Her ümmet için kurban kesmeyi bir kulluk eylemi olarak öngördük ki, kendilerine rızık olarak verdiğimiz hayvanları keserken Allah'ın ismini ansınlar diye. Sizin ilahınız tek bir ilahdır. Öyleyse bütün varlığınızla kendinizi ona teslim edin.”(22/34) 
Bu ayetlerin ardından H. 3. yıl Kaynuka Yahudilerinin sürgün edilmesinden sonra kurban kesilmesine dair şöyle bir rivayetten bahsedildiğini görüyoruz.      
Samduhi İbni Şebbe’den naklen: “İlk defa kurban bayramında koyun kurban edilmesi Beni Kaynuka ile girişilen savaştan sonra gerçekleştirildi” demektedir. (İslam Pey., M. Hamidullah c. 2. 5. 1131)                                    
Bu savaş, Bedir ile Uhud savaşı arasında yapılmıştır. (M. 624-625) Ramazan orucu da Hicret’in ikinci yılında farz kılınmasına rağmen bu günlerde Peygamberimiz’in Bedir’den dönüp dönmediği bilinmediği için, her iki bayramın kutlama tarihinin de H. 3. yıla rastlamış olması daha muhtemeldir.            
Peygamberimiz, Hicret’ten sonra Medine’de cahiliye’den kalma bayramlar olarak kutlanan “Mihrican ve Nevruz bayramlarını” kaldırarak yerine İslami olan bu iki bayramı (Ramazan ve Kurban bayramlarını) Allah'ın bir lütfu olarak sunmuştur.
Ancak kurban bayramını kutlarken Hz. Muhammed (a.s)’ın kurban kesip kesmediğine baktığımızda şu rivayetleri görüyoruz:
Bera İbn-i Azid (r.a)’dan; “Resulullah (a.s)’dan kurban bayramı hutbesinde söylerken işittim: Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey namaz kılmaktır. Ondan sonra evlerimize dönüp kurban kesmek olacaktır. Her kim böyle yaparsa, sünnetimize uygun iş yapmış olur.”(Tecrid c. 35, 162)
Yine aynı şahıstan bir başka hadis de şöyle: “Resulullah (a.s) bize kurban bayramı günü hutbesinde şöyle buyurdu: Her kim bizim bu namazımızı kılıp ondan sonra keseceğimiz kurbanı keserse, kurban sünnetimize uygun iş yapmış olur. Her kim de namazdan önce kurban keserse kurban ecrini alamaz.”(Tecrid c. 3, s. 164).
“Kim kurban kesmeye mali kudreti müsait olur da kurban kesmezse o kimse sakın bizim musallamıza yaklaşmasın.”İbn-i Mace’nin Ebu Hureyre’den naklen aldığı bu hadis aynı zamanda Ebu Hanife ve mezhebinde vücub delili gösterilerek kurban ibadetinin vacip olduğu kanaatine varılmıştır.”(Tecrid, c. 12, s. 33)    
Konunun başka bir boyutuna ışık tutan şöyle bir hadis daha nakledilmiştir.          
İbn-i Ömer (r.a)’dan; “Hz. Muhammed (a.s) kurban edilecek hayvanı musalla da boğazlardı”.    
Musalla, Asr-ı Saadet’te bayram namazlarının kılındığı peygamber mescidinden yaklaşık bin arşın uzakta bulunan geniş bir boşluktur. Bayram namazları burada kılınıyor, kadın, erkek ve çocukların iştirakiyle. Herkes burada toplanarak tekbir ve telbiyede bulunuyorlardı. İşte kurbanda bunların bulunduğu bu mekanda kesilerek Allah'ın şeairi (işaretleri) olan bu fiiller bütün bir şehir halkına en açık ifadesiyle tebliğ ediliyordu.                                  
Bu nedenle Medine’nin ilk günlerinde ve Mekke’nin son günlerinde geldiği belirtilen Hacc suresinin 34. ayetiyle “Her ümmete meşru kılınan kurban kesme konusunun hayat sahnesinde icra edildiğini görüyoruz. Özellikle surenin 34. ayetiyle umumu ilgilendiren kurban kesme işi bu musallada ki aleni uygulama ile herkese gösterilmiş oluyordu.                  
Aynı zamanda bu uygulamalardan şunu da anlamamız mümkündür ki “Kurban” müslümanların hayatına haccın farz kılınmasıyla girmiyor. Adem (a.s)’ın çocuklarından beri var olan kurban kesme olayı, İslami anlamda Medine’nin ilk günlerinden itibaren bayramlarla birlikte icra edilmeye başlanıyor. (M. Hamidullah İslam Pey., c.2) Bu nedenle kurban müslümanların sadece hacc ibadetiyle yaptıkları ve haccın farz olmasıyla başlayan bir ibadet değildir. Çünkü haccın farz kılınması H. 9. yılda olmuştur. (2/158, 196-198)                                                                
Fakat kurban H. 3. yıldan itibaren Medine’de icra edilmeye başlanmıştır. Zikredilen hadis ve hadiseler bunu göstermektedir.                                     
Kimlerin bu ibadeti yerine getireceği konusuna gelince, İslam’ın bütün emir ve isteklerinde kulun vus’atına göre sorumluluk verilmesinin ilahi adaletin gereği olduğu açıkça beyan edilmektedir:                                                                              
“Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler, kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. 
“Rabbimiz! Eğer unutacak ve yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen bizim mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.”(2/286) buyruğunda olduğu gibi.
Bu ibadeti yapabilmek için önce kurban almaya muktedir olacak mali imkana sahip olmak gerekmektedir. Sadece istemek yetmiyor. İstenilen şeyi gerçekleştirecek güce ve imkana sahip olmak da  gerekiyor. Bu durum Hacc için de aynıdır, “yoluna gücü yeten” ifadesi kullanılıyor. Güç yetiremeyenin sorumluluğu da söz konusu değildir. Bu nedenle Peygamberimiz “Mali imkanı yerinde olduğu halde kurban kesmeyen bizim musallamıza gelmesin” ifadesini kullanıyor. Sözün maksadı gayet açıktır.
Kurbanın hükmü nedir?
Bu konuyu tüm mezheplerin / fıkhi ekollerin kurban konusundaki görüşleri şöyledir.                                         
Sa’id İbn-i Müseyyeb, Ata İbn-i Rebah, Alkame, Esved ve İmam Şafii sünnet olduğunu söylüyorlar.            
Medine’nin imamı İmam Malik ise zengin olan kimse kurban kesmeyi bırakmamalı. Özürsüz bırakırsa fenalık edilmiş olur.                                          
İbrahim En-Nehai: “Kurban zengin şehir halkına vaciptir.”
Ebu Hanife ve mezhebinin müctehidlerine göre de kurban, hür, mukim ve zengin olan kimseye vaciptir. (Tecrit c. 12, s. 33)                                              
Mezhepler arası farklılığın kaynağına indiğimizde, bunların şu iki hadise dayandıklarını görüyoruz:                        
“Her kim Zilhicce hilalini görüp de kurban kesmek dilerse kurbanın tüy ve tırnaklarından bir şeye dokunup ayıplamasın, bunları muhafaza etsin.”
Bu hadiste geçen “kurban kesmek dilerse...” sözündeki ifadeyi muhayyerlik anlamında alarak ”sünnet veya mendub hükmünü veriyorlar...”             
Bizce bu sözün anlamı kurban kesip kesmemekte ki muhayyerlikten ziyade, kurban edilecek hayvanın seçiminde ki muhayyerliği anlatıyor. Kurban edeceğiniz hayvanı belirledikten sonra, Zilhicce’nin hilali ile bayram arasında on günlük zaman kaldığından bu zaman içinde belirlenen hayvanın tüy ve tırnaklarına dokunulmamasını istiyor. Söz böyle anlamaya daha müsait olarak gözüküyor.
İkinci hadis ise İbn-i Mace’nin Ebu Hureyre’den naklettiği şu hadistir:        
“Kim ki kurban kesmek için mali kudreti müsait olur da kurban kesmez ise, o kimse sakın bizim musallamıza yaklaşmasın.”                                                        
Bu hadisin ifadesinden “Peygamberimiz nafile bir ibadeti yapmayan kimse için böyle bir ifade kullanmaz. Ancak vücub ifade eden bir ibadeti terk edene bu ifade kullanılacağından, “kurban kesmek vaciptir” hükmüne varmışlardır. (Tecrid c. 12, kitabü’l-edahi)                       
Ancak biz konuya genel sünnet anlayışımızın çerçevesinden bakmak istiyoruz. İnanıyoruz ki Allah’ın Resulü’ne arkadaşlık eden o değerli insanlar da olayları böyle görüyorlardı. Herhangi bir konuda Resulullah’ın yaptığı bir ameli görünce, onlar da Peygamberin yaptığını vus’atları ölçüsünde yapmaya çalışıyorlardı. Onlar bunu sünnet (yol) edinmişlerdi. Bundan emin idiler. Bizde eminiz ki Kur’an’ı sünnet edinenden daha güzel örnek olamaz. O Allah'ı razı etmenin yoludur. O ne yapmışsa Allah adına yapmıştır. Çünkü Allah öyle buyuruyor:                                     
“De ki, namazım, kurbanım (ibadetlerim), hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Onun hiç ortağı yoktur. Böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.                                 
De ki, Allah her şeyin Rabbi iken ondan başka Rab mı arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir. Kimse başkasının yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.”(6/162-164)
Peygamber efendimiz de “Ben kendiliğimden bir şey yapmam, şayet iki şey arasında muhayyer bırakılsam günah olmadığı sürece kolay olanını tercih ederim” buyuruyor.                                 
Kurban kesmesi istenmeseydi böyle bir şey yapmazdı. O’nun sünneti Kur’an’da istenileni yaparak Allah'ı razı etmenin yolunu göstermektir. Burada ki kastedilen sünnet, Peygamberin Kur’an’dan anladıklarını hayata geçirmedeki takip ettiği yoldur ve bunun terk edilmesi mümkün değildir. Bu sünnet, vakitlerden önce ve sonra kıldığı nafile anlamında bir sünnet değildir. Kur’an’ı hayata geçirmek için takip ettiği yol anlamında sünnettir ki hiç ayrılmadığı, inkıtaa uğratmadığı bir sünnet. Bu yoldan Allah'ın razı olduğunu biliyoruz. Sonu belli olmayan hal ve yoldan Allah'a sığınırız. Çünkü bütün işlerin sonucu Allah'a dönecektir.                                    
Sosyal ve ekonomik boyutuyla öne çıkan ibadetlerin, son yıllarda medyada dile düşürülüp saptırılmasına gelince bunu uzun soluklu yapılmış bir projenin sonucu olarak görüyoruz.                 
Her ilah, kulları üzerindeki hükümranlığını, hayatta icra edilecek bir takım kurallar, kavramlar ve anlayışlarla temin eder. Bunu belli zaman ve mekanlarda icra edilen teamüller, merasimler, şölenler ve de ibadetlerle yapar. Bunun sonucu olarak, yemede, içmede, giyinmede, alışverişte, savaş ve barışta, aile ve toplum hayatında çeşitli yaptırımlar ve ilkeler koyarak, ödül ve cezalarla devamlılığını sağlar. İşte bunların bütünü o İlah’ın veya o dinin Şeairi / işaret taşlarıdır. Bu hak için de böyle batıl için de böyledir. Bu nedenle Allah:                                                 
“De ki, bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu (eşi, benzeri ve dengi olmadığı) vahyolundu. Artık müslüman olacak mısınız?”(21/108)                             
Yerde ve gökte kendisinden başka ilah olmadığını söyleyen Allah da (21/122) hükümranlığının gereği bir takım işaretler koymuştur. O’nu tanıyan kullar için bu cümleden olarak “Safa ile Merve Allah'ın şeairindendir.”(2/158) “İşte kurbanlık deve, sığır ve davarları Allah'ın size olan şeairinden (işaretlerinden) kıldık...”(22/36)
“Bu hayvanların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. Allah'a ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır (hangi duygu ve düşünce ile onları boğazladığınızdır). Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları sizin emrinize amade kıldı. Ey Muhammed! İyilik yapanları müjdele.”(22/37)                                               
Bu böyledir. Kişinin Allah'ın işaretlerine hürmet göstermesi kalplerin takvasındandır. Bu manada Safa ve Merve Allah'ın işareti, Kabe Allah'ın işareti, hacc Allah'ın işareti, namaz Allah'ın işareti, kurban Allah'ın işareti, oruç Allah'ın işareti, bayramlar Allah'ın işareti kısaca Allah adına yapılan her iş Allah'ın işaretidir. Bunlar Allah adına yapıldıkça “bu izler, işaretler” İslam’ın adresini göstermeye devam edecek, zulmeti boğan kandillerin ışıkları sönmeyecektir.                                                      
Hal böyle olunca Allah'ı kozmik bir aleme mahkum eden bir anlayışın bunca işaret görmeye tahammülü olabilir mi? Adres gösteren tüm işaretleri sudan bahanelerle ekranlara taşıyarak ileri geri konuşup hürmetinin bitirilmesini istiyorlar. “Rencide olmaz mı dide’i huffaş Ziyadan?” Elbette olacaktır. İşte işin aslı budur.
Kureyş’in müşrikleri putları adına kurban keserek, şölenler şenlikler düzenliyorlardı. Mallarını üçe ayırıyorlar ve birini kendilerine, birini Allah'a, birini de putlara taksim ettikten sonra Allah'ın mala ihtiyacı yoktur diye Allah'a ayırdıklarını da putlarınınkine katıyorlardı. Ama asla putların hissesini Allah'ınkine katmıyorlardı. Fakat o da onları kurtarmaya yetmedi.                                     
Gösterilen medyatik gayretler, hayvan sevgisi nameleri, kurbanı sadakaya tahvil oyunları, medyatik zevatın adres gösterme gayretleri Allah'ın işaretlerini silmeye kadir olamayacaktır. Çünkü “Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlamaya muktedirdir.”
İslam’da her ibadetin kendine has hikmetleri vardır. Biz bunların bir kısmına vakıf olabiliriz ama Allah onunla vakıf olamadığımız nice hikmetler murat etmiştir. Bu nedenle ibadetlerde aynilik esastır. Zekatı oruca, haccı namaza veya sadakaya tahvil edemediğimiz gibi, kurbanı da sadakaya çeviremeyiz. Onunla Rabbimiz’in neler murat ettiğini bizler bilemeyiz. Son yıllarda bunlar üzerinde köşe kapmaca oynandığı, menfaatleri için özel fetvalar çıkarıldığı, bu sayede birilerinin bir yıllık et ihtiyacı temin edildiği gözlerden kaçmasa gerek. Dünyevileşen insanlarımızın bayramlarda da kapısını çekip tatil köylerinin yolunu tutması, kurban kesmeyi zahmetli görüp paraya tahvil etmesi, tasvip edilebilir bir durum değildir. Sadaka sadaka, kurban da kurbandır. Bu dinin sahibi inanandan ikisini de yerli yerince istemektedir.                        
Hz. Ömer’e hediye edilen bir deve çok asil bir hayvan olduğu için, onu satıp onun parasına başka hayvanlar alarak kesmek istediğini Peygamberimize sorar. Peygamberimiz “Satma ya Ömer, o deveyi bütün asaletiyle Allah'a kurban et” buyurur. Zamanımızda kurban kesmek hala birilerine verilen değerin göstergesi olarak kabul edilmiyor mu? Verilen kıymete göre koç kurban edilirse başka, boğa kurban edilirse başka, deve kurban edilirse daha da başka bir anlam kazanıyor. Bunların sayılarının çokluğu da adına kurban edilenin şahsına ayrı bir değer kazandırıyor.
Allah, şanı yüceltilmeye en layık olandır. O’nun adına oğlunu kurban etmeyi göze alan İbrahimler olmak, O’nun için kurban edilen İsmailler olmak, O’nun dinini yüceltmek için cehd eden mücahitler, O’nu birleyen muvahhidler olmak inananlar için ne büyük bir şereftir. Değil malını Allah için, canını vermek onlar için asla zor gelmez. Bunu ancak gerçekten iman edenler bilir. İnananların bu konuda ki fedakarlığını dostları da, düşmanları da bilir...                                                            
Namazımız, kurbanımız, yaşamımız ve ölümümüz alemlerin Rabbi olan Allah içindir diyerek İbrahimi bir teslimiyet ile Allah'a teslim olarak, kurbanlarını kesen Müminlere selam olsun diyor, daha nice kurbanlara ve bayramlara erişmek temennilerimizle, sizleri Allah'a emanet ediyoruz.                                         
Ayrıca sadaka ve kurbanların, savaş ve afetler nedeniyle, bize kapısı yakın olan ihtiyaç sahiplerinden başlamak kaydıyla tüm insanlığa ulaştırmada hiçbir sakınca yoktur. “Komşusu açken kendisi tok sabahlayan bizden değildir” ilkesi bu milletin hafızalarından henüz silinmemiştir.

Kurban için gereken zenginlik ile zekat için gereken zenginlik farklı mıdır? Bir de haccda kesilen kurban ibadeti farklı bir ibadet midir?                                     
 İslam’da ibadetlerin yerine getirilmesi için değişmez kural, o işi yapmaya gücünün yetmesidir. “Allah kimseyi gücünün yetmediğinden mükellef tutmaz.”(2/286)
Tüm mükellefiyetler güç yetme esasına dayanır. Bu nedenle kurban için gereken imkanla zekat için gereken imkan aynı değildir. Zekat için İslam’ın zenginlik saydığı nisaba ulaşmak gerekirken Kurban kesmek için nisaba ulaşan malın olması şart değildir. Kurban kesmeye yetecek mali imkanın olması yeterlidir. Bunun en güzel örneği Peygamberimizdir. O, hiçbir zaman zekat vermemiştir (zekat verecek kadar mala sahip olmamıştır) ama Hicretin 3. yılından itibaren her yıl kurban kesmiştir. Bu nedenle kurban için gereken mali imkana sahip olan kişinin Kurban bayramı günlerinde en ucuzundan da olsa kurban almaya gücü varsa yeterlidir. Bu kimsenin kurban kesmesinde herhangi bir sakınca yoktur.                                               
Zekat ise mal varlığından alınan bir vergi olması nedeniyle malın istenilen seviyeye gelmiş olması gerekir. Bununla birlikte yıl boyunca elde kalmış olup, gelip geçen bir mal olmaması da gereklidir. İslam’ın zekat ve sadakalardaki amacı ihtiyaç sahiplerini çoğaltmak değil muhtaçları azaltmaktır. Bu nedenle zenginliğin varlığını devam ettirecek bir konumda olmasını gözeterek, servetin belli bir seviyede olmasını istemektedir.                   
Hac da kesilen kurbanlara gelince birincisi bu kurban evi taşrada olup hacc mevsimine kadar yani Arafat’a çıkmadan önce umre yapan hacıların orada kestiği kurbandır ki buna şükür kurbanı denir. (2/196) Bir mevsimde hacc ve umreyi yapmaya muvaffak eden Allah'a şükür için kesilir. Kurban kesme imkanı yoksa üç gün haccda yedi gün de evine dönünce toplam on gün oruç tutması gerekir.
İkincisi ihramlı iken avlanan hacıların avladığı hayvana denk bir kurban kesmesidir. (5/95) Buna imkan bulamayanlar için de kurbana denk düşecek kadar fakir doyurmak veya oruç tutmaktır.                                                                    
Üçüncüsü de herhangi bir sebeple haccdan engellenen, gidemeyen kimseler orada kesilmek üzere bir kurban gönderir ve o kurban kesilene kadar başını tıraş etmez. (2/196) Hacc-ı kıran’a niyet edenler için Haccda kurban kesmeleri gerekmez. hacının kendi istemesi müstesna olmak kaydıyla. İşte haccın kurbanı bunlardan ibarettir.